T.C. Mİllî Eğİtİm BakanlIğI
KIRIKKALE / MERKEZ - Mehmet Uzelli Anaokulu

ÇANAKKALE İÇİNDE AYNALI ÇARŞI

Çanakkale Zaferi'nin hangi şartlarda kazanıldığını Anafartalar Komutanı Gazi Mustafa Kemal şöyle anlatır: ‘Karşılıklı siperler arasında mesafe 8 metre. Yani ölüm muhakkak kaçınılmaz. Birinci siperdekilerin hepsi şehit oluyor, ikinci siperlerdekiler yıldırım hızıyla hemen onların yerlerini alıyor, fakat ne kadar imrenilecek soğukkanlılık ve tevekkül ki üç dakika sonra öleceğini biliyor ama en ufak sarsılma, çekilme, korku ve endişe belirtisi yok. Bilenler Kur’an-ı Kerim okuyor, bilmeyenler salavat getiriyor ve cennete gitmeye hazırlanıyor. İşte Çanakkale ruhu budur.’’

1 MECİDİYE BORÇ...Savaşın en kanlı günlerinde Kocadere Köyü’nde büyük bir sargı yeri (seyyar hastane) kuruluyor. Her an yaralı geliyor.Ağır yaralılardan biri, sargı yerinde dolaşan Yüzbaşı’nınellerine sarılıyor: “Ölme ihtimalim çok fazla... Ben bir pusula yazdım... Arkadaşıma ulaştırın...”  “Arkadaşın kim, pusulayı kime ulaştıracağız?” diye soruyor Yüzbaşı.

Yaralı derin bir nefes alıp, defalarca yutkunuyor: “Köylüm Lapsekili İbrahim Onbaşı’dan bir mecidiye borç aldıydım... Ondan sonra kendisini göremedim. Belki ölürüm… Ölürsem söyleyin, hakkını helal etsin.” “Merak etme evladım” diyor Yüzbaşı, yaralı askerin saçlarını okşayarak; “hiç merak etme, hallederim.” Yaralı, matlaşmaya başlayan gözlerini kapatıyor. Son sözü şudur:

“Onbaşıya söyleyin… Hakkını helal etsin!” Gerisini Yüzbaşı Halit Bey anlatıyor:

“Aradan fazla zaman geçmedi. Bir gün bana, şehitlerin üzerinden çıkan eşyaları, künyelerı, mektupları, notları getirdiler. “Notlardan birine bakar bakmaz kanım dondu. Gözlerimden yaş boşaldı. Lapsekili İbrahim Onbaşı’nın notuydu. Kanına bulanmıştı. Şöyle yazıyordu:

“ ‘Ben Lapseki’nin Beybaş Köyünden Onbaşı İbrahim. Arkadaşım Halil’e bir mecidiye borç verdiydim. Kendisi beni göremedi. Biraz sonra taarruza kalkacağız. Belki ben de sağ dönemem. Arkadaşıma söyleyin, hakkımı helal ettim!’ ”

 Siz olsanız ağlamaz mısınız?.. Yüzbaşı oracığa çöktü ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı.

 

 

KIZIMIN ADINI DÎDAR KOYSUNLAR 

 18 Mart 1915 Deniz Harekâtından önce Batarya Kumandanı Yüzbaşı Hasan Bey’in bir kızı dünyaya gelmişti…

Durum Çanakkale Müstahkem Mevki Kumandanlığı’na telgrafla bildirildi. Bunun üzerine Müstahkem Mevki Kumandanı Miralay Cevat Paşa, atına atladığı gibi müjdeyi vermeye gitti:

“Müjde evlâdım Hasan, bir kızın dünyaya gelmiş. Allah ömrünü uzun etsin. Sana izin veriyorum, hemen git bebeğini gör.”

Yüzbaşı sevinç içinde kumandanının elini öptükten sonra, selam durdu:

“Teşekkürler Kumandanım, izniniz olursa bir maruzatım var…”

“İzin mi isteyeceksin evlâdım, verdik ya…”

“Evet izin istiyorum Kumandanım, ama gitmek için değil, kalmak için!” 

Bu kadarı, onca kahraman görmüş, bizzat kendisi kahramanlık destanları yazmış olan Cevat Bey’in bile şaşırtmıştı:

“Ne diyorsun Yüzbaşım, aklın başında mı senin?”

“İngiliz bizde akıl mı kodu Kumandanım. Yine de akıllı bir iş yapacağım…”

“Nasıl?”

“Biliyorsunuz düşman saldırmaya hazırlanıyor. Bu durumda buradaki onca evlâdımı sahipsiz koyup tek evlâdımın yüzünü görmeye gidemem.”

Cevat Bey’in gözlerinden yaşlar süzülüyordu. Yüzbaşı’ya sarılıp alnından öptükten sonra bir dua mırıldandı:

“Berhüdar olasın!”

Fakat Yüzbaşı’nın söyleyecekleri bitmemişti:

“Bir maruzatım daha var Kumandanım.”

“Nedir?”

“Şehid olursam aileme söyler misiniz lütfen, kızımın ismini Didar koysunlar.”

Yüzbaşı Hasan Bey, 18 Mart günü gerçekleşen büyük deniz savaşı sırasında şehit oldu.

Vasiyetine uyup kızının adını “Didar” koydular.

Yüzünü hiç görmediği kızına “görme-görünme” anlamında “Didar” koymak istemesi ne yürek dağlayan bir durumdur.



KOLUMU KESİVERİN KUMANDDANIM

Çanakkale muhârebelerinde kumandanlık yapmış ve yaralanmış olan emekli bir subay, hâtırâtında şöyle anlatıyor:

Çanakkale Harbi’nin devam ettiği günlerden birindeyiz. O gün akşama kadar devam eden savaş, bu nisbetsiz üstünlüğe karşı yine zaferimiz ile netîcelenmek üzereydi. Gözetleme yerinde muhârebenin son safhasını heyecanla takip ediyordum. Mehmetçiklerin “Allah Allah...” nidâları ufku titretiyor, korkunç bir medeniyetin bütün heybetini temsil eden top seslerini bile bu müthiş haykırışlar bastırıyor gibiydi.

Bir aralık, yanımda bir ayak sesi duyar gibi oldum. Geriye dönünce Ali Çavuş ile karşılaştım. Sapsarı olmuş yüzünde müthiş bir ıztırap okunuyordu. Daha neyin var demeye kalmadan, o her şeyi anlatmaya yetecek olan kolunu bana gösterdi. Dehşetle ürpermiştim. Sol kolu bileğinin dört parmak kadar yukarısından aldığı bir isâbetle hemen hemen tamamen kopacak hâle gelmişti ve elini yere düşmekten ancak zayıf bir deri parçası alıkoymakta idi. Ali Çavuş dişlerini sıkarak ıztırâbını yenmeye çalışıyordu. Sağ elindeki çakıyı bana uzattı:

“–Şunu kesiver kumandanım!” dedi.

Bu üç kelimelik cümle, öyle müthiş bir istek, öyle bir mecbûriyet ifâde ediyordu ki, gayr-i ihtiyârî çakıyı aldım ve derinin ucunda sallanan eli koldan ayırdım. Bu tüyler ürpertici vazifeyi yaparken de:

“–Üzülme Ali Çavuş, Allah vucûduna sağlık versin!” diye moral vermeye çalışıyordum.

Çok geçmeden Ali Çavuş, yalnız elini değil, vatan uğruna fânî vucûdunu da fedâ etti. Gözlerini hayata yumarken de:

“–Vatan sağ olsun! Allah îmandan ayırmasın!.. Canım vatana fedâ olsun!..” cümlelerini tekrarlayarak son nefesini vermiş, etrafı küçük bir kan gölü hâline gelmişti.

Çanakkale harbi nasıl bir îman gücüyle kazanıldı? Bu hususta, bizzat harbe iştirâk etmiş bulunan kahraman yiğitler, zaferin taktiğini şu şekilde anlatıyorlardı:

“Gönüllerimiz Allâh’a niyaz hâlindeydi. O’nun yardım ve istiânesine sığınmıştık. Kumandanlarımız da sürekli olarak bize «Salât-ı Nâriyye»yi okutturuyorlardı... Böylece ilâhî yardıma nâil olduk...”

20-03-202420-03-202420-03-202420-03-202420-03-202420-03-202420-03-202420-03-2024

Paylaş Facebook  Paylaş twitter  Paylaş google  Paylaş linkedin
Yayın: 20.03.2024 - Güncelleme: 20.03.2024 12:35 - Görüntülenme: 59
  Beğen | 7  kişi beğendi

Etiketler :
ÇANAKKALE,